27 Mart 2009 Cuma

Yerel Seçimler Üzerine Notlar #3


  • Sol/sosyalist kesim bu seçim dönemine aslında ilginç bir başlangıçla giriş yapmıştı. Birçok farklı fraksiyon Biz Varız platformu altında seçime gireceklerini duyurmuş ve Dtp, Ödp, Sdp, Sp, Tkp, Emep, Dsip, Esp, Seh, Halkevleri gibi 24 örgüt bir seçim deklarasyonuna imza atmıştı. Bu 24 örgütün büyük kısmının birlikteliğine aşinaydık fakat Tkp ismi beni ve birçok arkadaşımı oldukça şaşırtmıştı. Çok geçmedi ki, Tkp platformdan ayrıldığını ve sadece bazı yerlerde platform adaylarına destek vereceğini, geri kalan yerlerde kendi adaylıklarını açıklayacağını duyurdu. Açıklama esnasında şaşkınlığımız yerini "ben demiştim"lere bırakmıştı bile! := )
  • Akabinde yeni Fatsa olur mu dediğimiz Hopa'dan ilginç haberler geldi. Hopa'da Ödp, seçim öncesi aday belirleme süreci oluşturduğu ve mevcut belediye başkanı Topaloğlu'nun bu süreci kaybettiği ve de bağımsız adaylık koyacağı haberi geldi. Orada da 5 yıl önceki umutlar yerini çoktan iç çekişmelere bırakmış. Yazık.
  • 22 temmuz seçimlerini hatırlayalım; o seçimde de Bin Umut adaylıkları mevzu bahisti ama partiler, adaylar ve hatta kitleler arasında ne uzlaşma sağlanabilmişti ne de iletişimler sağlıklıydı. Platforma kimi partiler iştirak etmiş, kimileri ise bölge bölge destek vermişti. Mesela Ödp, İstanbul 1. bölgede genel başkanını desteklerken 3. bölge için aday çıkarmıştı; Emep İzmir için genel başkanını aday göstertmişti ama bazı bölgelerde de kendi başına seçime girmişti; Dtp ise İstanbul 2. bölge için önce Baskın Oran'a destek vermiş, sonra desteğini geri çekip aynı bölgeden aday koymuş ve en sonunda da her iki adayı destekleme kararı almıştı ki her ikisi de seçilemedi. Ama bu olayların en vahimi Mersin'de gerçekleşmiş; BinUmut adayı Orhan Miroğlu seçimi 200-300 kadar oyla kaybederken aynı bölgede kendi adaylarıyla seçime giren Ödp 3000 civarında oy çıkarmıştı! Seçimlere 2 gün kala; eriyen kitlesi, sadece Kürt oylarına yaslanabilen yapısı, -bırakın çatıyı- aynı şemsiyenin altında dahi bir araya gelemeyen örgütleri ile sol, 22 temmuz'a benzer bir performans ile bu seçimden de hüsranla çıkacak gibi.
  • Beyoğlu'nda feministler bağımsız aday çıkardı. Ülfet Taylı. Seçilmesi çok olası gözükmüyor fakat seçimler tarihimizin ilk feminist hareketine şahit olmaktayız. Feminstlerin, Beyoğlu gibi her defasında tacizle, cinsel kimlik merkezli adli vakalarla anılan bir muhitten aday çıkarması çok yerinde olmuş.
  • Aynı şekilde Beyoğlu'nun bir mahallesinde travesti bir muhtar adayı var. Adaylığını koyduğu bölge, hem farklı cinsel tercihleri olan insanların yaşam alanı hem de homofobifiklerin! Bu bakımdan Lambda üyesi muhtar adayının girişimi bile önemli bir adım.
  • Okmeydanında da bir mahallede muhtar adaylığı için sol adaylar arasında ön seçim düzenlenmiş ve yaklaşık 2500 kişinin katılımı ve seçimi ile Yalçın Köse adaylığa getirilmiş. Alışık olmadığımız demokratik bir tablo! (http://okmeydanininsesi.blogspot.com/)
  • Maraş merkezli ironik helikopter kazası neticesinde burjuva siyaset erbablarına dur gelmesi ve pazar gününe kadar kafa sikmeyecek olmaları sevindirici. Seçim yasaklarını da katarsak bir kaç gün rahatız. Seçim için tahminlerime gelecek olursak; ki tek tahimin var, onun dışındaki sonuçlar beni çok şaşırtmaz. Histerik seçmenimizin, Sivas merkezli olmak üzere bozkırın yetiştiği coğrafyada seçimini "seçim şehadeti" esasına göre yapacağını öngörüyor ve Bbp'yi şimdiden tebrik ediyorum. Haydi rastgele! := )

24 Mart 2009 Salı

Yerel Seçimler Üzerine Notlar #2

  • Bir yanda, talan ede ede İstanbul'un renklerini solduran, şehri demir/asfalt yığınına döndüren, seçmenleri seçeneksizliğe iten padişah döllerinin son temsilcisi Topbaş diğer yanda ise belediye başkanlığına mı yoksa müfettişliği mi soyunduğu belli olmayan Mitterant'dan apardıkları yeni ismiyle "sakin güç" Kılıçdaroğlu...
  • 15 yıldır soyup soğana çevirdiği Ankara'yı 5 yıl daha kuşatmaya yeminli new age Zübükzade Gökçek ve kendi döneminde ondan aşağı yanı kalmayan, şimdi ise gözüne ülkücü oylara çevirmiş, Hep'li geçmişine ve Baykal'la sürtüşmesine aniden sünger çekivermiş ulusal kanatın ilkeli (!) temsilcisi Karayalçın...
Ya o ya bu! Yaşasın Seçme Özgürlüğü!!!



  • İzmir, Çankaya, Kadıköy, Beşiktaş gibi kurtardığı (!) kutsal topraklarda laiklik, çağdaşlık, modernizm ekseni üzerinden seçim çalışması yürütürken; Kocaeli'de Kuran kursu açılımı yapması, Sultanbeyli'de imam belediye başkanı adayı çıkarması, Eskişehir'de Büyükerşen'i partiye katamayınca karşısına aday çıkarması, Şişli'de Mustafa Sarıgül'ün karşına "Muharrem Sarıgül"ü koyma cinlikleri, çarşafa dolanmış halleri ile Chp bu seçim döneminin yıldızıdır, nazarımda!



  • Akp'de ise adayların neredeyse hepsinin silik oluşları çok dikkat çekici. Hiç bir adayın adı ön plana çıkmıyor. (Sesi en çok çıkan bir Melih Gökçek vardı, onu da aday adaylığı döneminde perişan ettiler.) Zira Davos fatihi son padişahları her yere o kadar muktedir ki sadece onun adıyla oy aramakta beis görmüyorlar. Ayrıca kale fethetme fetişleri, bu seçimde de sürmekte. Çoğulcu değil çoğunlukçu demokrasi anlayışlarının meyvasını toplamak ve insanlara, Menderes dönemini mumla arattırmak çabasındalar! Diyarbakır'ı hizmet vaadi ve içi boş Kürt açılımlarıyla; Tunceli'yi vali eliyle sadaka dağıtarak; elitist kıyı şehirlerini ise "zümre"nin açık fikirli insanlarından aday göstererek; yeri geldiğinde liberal, yeri geldiğinde sosyal demokrat açılımlarla almak istiyorlar. "Almak" anahtar kelime bu. Yerel seçimleri almak, fethetmek, kaleyi ele geçirmek vs. gibi kavramlarla girişilen bir seçim çalışması aslında çok şeyi açıklamakta. Şu an itibariyle diyebilirim ki: Anap'tan beri burjuva siyasetinin bukalemun kıvamını en iyi tutturan onlar!



  • Bu seçimin belki de en büyük sürprizi Saadet Partisi'nden gelicek. Çoğu yerde sürpriz başkanlıklar alacaklar, kimilerinde ise başkanlık yarışını karıştıracaklar gibi duruyor. İstanbul için adayları Mehmet Bekaroğlu'nun ise, seçim çalışmasına Tuzla'daki işci ölümlerine dikkat çekmek amacıyla Limter-İş'i ziyaret ederek başlaması ve 120 işcinin ölümüyle ilgili olarak yaptığı "Başbakanım siz de işçi öldürmeyi iyi bilirsiniz!" anti-davos çıkışıyla dikkat çekmekte. Zaten Bekaroğlu'nu bilenler için çok şaşırtıcı olmamıştır bu açıklamalar ve ziyaretler. Sağ cenahın hacı yağı kokmuş tarafından sistem eleştirileri yapan bu zat; zamanında, Ertuğrul Günay'la beraber müslüman sol adı yakıştırılan bir hareket başlatmak istemişti. Her ne kadar o süreci ve kendisini "elhamdülillah solcuyuz" laflarıyla tiye alsak da; Bekaroğlu, Günay'dan kat be kat sözünün eri olduğunu, dini bütün sosyal demokratlardan daha tutarlı olduğunu gösterdi. Milli görüş gömleği üzerinde ve Necmettin Hoca'ya yakınlığı ortada olsa da, en azından hak ve sınıf bilinci gözeten bir siyasetçi. İstanbul adayları arasında Akın Birdal'la beraber en çok dikkatimi çekenlerden. (Yanılmıyorsam bir tane de bağımsız işçi aday var.)

Yerel Seçimler Üzerine Notlar #1

  • Boş vaatler, çirkin/eskimiş suratlar, naylona bulanmış sokaklar, servet yatırılan billboard'lar, rant peşine düşmüş çıkar sahipleri, reyting için canavarlaşan medya organları, ısmarlama seçim anketleri, seçim yardımları/sadakaları, miting miting dolaşan parti yandaşı akılsızları, canlanan(!) seçim ekonomisi...
  • Son bir aydır bela okumadan ne sokaklarda gezdiğimi, ne de gazete okuduğumu, TV seyrettiğimi hatırlıyorum. Dört bir yanımız kuşatma altında. Muhtarından büyükşehir belediye başkanı adayına yüzsüzlükte sınır tanınmıyor. Kimisi "meslek" haline getirdiği belediye başkanlığını farklı partilerle sürdürme gayretinde, kimisi bu legal rant organizasyonunda kendine ve yandaşlarına yer aramakta, kimisi de önceki dönemde yetiştiremediği (!) hizmetleri yeni dönemde "allahın izniyle" yapacağını vaat etmekte. İşsizliğe çare bulacak da var, göt kadar şehre olimpiyat stadı projesiyle gelecek futuristler(!) de!
  • Başkanlık koltuğuna aday olan küçük riyakarların battal boy versiyonları ise şehir şehir dolaşmakta ve -bırakın yerel seçimi- ülke gündemine bile dair olmayan suni, basit tartışmalarla insanları uyutmaktalar. Kim lafı gediğine koyarsa, kimin sesi daha gür çıkarsa, kim yandaşlarını klonlayıp meydanları doldurursa; o galip. Ama gel gör ki beri tarafın mağlup olması gibi bir durum mevzu bahis değil. Bu ali cengiz oyununun tek mağlubu uyutulan ve unutulan halk.
  • Yazık ki durum bu ve yıllardır değişmemekte. Aksine 2009 yerel seçimleri ile ortam daha da depolitize edilmekte. Siyasi partilerin ne ideolojik altyapıları var ne de parti programı. Hepsi yek elden aynı türküyü tutturmuş durumda. Sığ seçim sloganları (Sen X'sin, Büyük Düşün!/Şimdi Değişim Zamanı!..), vizyonsuz, desteksiz açılımlar (Kürt, Alevi, Çarşaf...) Bizzat bakanların ağzından; hizmetin, sadece iktidar partisinden olan bld. başkanları vasıtasıyla alınabileceği tehditleri, kurtarılmış bölge ilan edilen çağdaş(!) kentler üzerinden yürütülen korku siyaseti...
hepsi çöpe!

10 Mart 2009 Salı

Hepimiz Münferitiz!



"Ne bana bu yakıştı ne de bulunduğum, temsil ettiğim camiama iyi bir örnek teşkil etti. Bu anlamda sevenlerimden özür diliyorum. Tabii biraz da Karadeniz insanının içinde olan kanının kaynamış olması, haksızlığa karşı ve yediğimiz goldeki olaya yaptığım ufak münferit bir olaydı." Bülent Uygun

Ahh ah ne güzel bir kelimeydin sen Münferit abla!

Bir zamanlar bireysel/tekil vakalarda, nadir gelişen olaylarda, beklenmeyecek derecede şaşırtıcı hareketlerde hemencik koşardın imdata! Mesela son olarak yerli yerinde kullanışını hatırlarım. Olaylı Türkiye-İsviçre maçıydı. "Sabıkasız" Mehmet Özdilek için kullanılmıştın. Şifo Mehmet efendiliğine yakışmayacak bir harekette bulunmuş, tabiri caizse anlık şeytana uymuş ve rakip futbolcuya tekme sallamıştı. Şifo'nun hayatı boyunca yaptığı belki de "tek" hata üzerine senin cümle içerisinde kullanılman çok yerinde olmuştu. Ama kullanım tarzın, yani "Şifo için münferit bir hadise" tabiri hiç bir zaman olayı görmezden gelmemize, kritize etmemize ve hatta Şifo'nun hayatına etkimemesine yol açmamıştı. Aksine o münferit olay Şifo'nun teknik direktörlük kariyerine büyük damga koymuş ve hayatından 2 sene çalmıştı. Aynı olayda vahim işlere imza atan diğer sözde (bu sözcüğün kullanım kabızlığını da deşmeli bir gün!) "münferit"ler (Terim, Belözoğlu) ise kişisel münferit vakalarına bir yenisini daha ekledikleri için herhangi bir utanma/sıkılma/mahçup olma durumuna girmeden "mağrur özür"lerini dilemişler ve bu özürleri dilerlerken de içimizdeki İrlanda asıllılara tekrardan giydirmekten kendileri alamamışlardı. (Cümleyi uzatmam gereksiz oldu, direk yüzsüzlük yaptılar demeliydim!)

Her neyse uzatmak yersiz. Tdk diyor ki:

Münferit
:
Tek, ayrı, kendi başına olan.

Bu tanımın üzerine; statlarda terör estirenleri savunan kulüp yöneticilerinin, fahiş hata yapan hakemlerini savunan federasyonun, orantısız güç arsızı polisini savunan devletin, kendinden olamayanlara linç girişiminde bulunan vatanperverleri savunan siyasilerin, yüzlerce kurumun, kişinin "joker" kelimesi münferit'i kullanması, yüzsüzlüklerine kılıf yapmaları, ciddi hadiseleri, derinlemesine araştırılması gereken toplumsal vakaları önemsizmiş gibi göstermeleri artık kabak tadı verdi! Lan olm ya çıkın delikanlı gibi yapılan yanlışlıklara/hatalara sahip çıkın, özür dileyin ya da hatasız olduğunuzu söyleyin ve özür dilemeyin. Ama n'olur bütün suçu münferit'in üstüne yıkmayın. Kendinizi de daha fazla komik duruma sokmayın!


(Bu arada Bülent Uygun sayesinde de münferit kelimesine yeni bir boyut eklendi. Ufak münferit! Demek ki malum olay büyük münferit olsaydı, kendisi kulübeye balyozla falan dalacaktı! Valla ucuz atlatmışız!)

9 Mart 2009 Pazartesi

Aslında iyi çocuktur!


- Bakmayın yaptıklarına özünde iyi çocuktur.

- Samimi birisi ya tepkisini hemen gösteriveriyor. Canım ya...

- Pırlanta gibi bir insan aslında. Bir kere inançlı, cuma namazını kaçırdığına daha şahit olmadım.

- Münferit bir olay bu. Normalde şeker gibi bir insan. Bazen olur öyle...

He, bazen olur öyle!


Bazen de;

  • 17'sinde Türk futbolunun Hagi'si ilan edilir, şımartılır. Oyununu bir gram geliştirmez!
  • Terim'in, Hagi'nin, B.Korkmaz'ın yanında pişer, onlardan beter çirkef olur!
  • Hakan abisiyle cemaate girer, arkasını sağlama alır!
  • 18'inde kazandığı milyonlarla araba alır, akabinde birini ezer, ölümüne sebep olur. Çok üzülür, ömür billah ailesinin masraflarını karşılayacağım, der. 2 sene sonra sözünü tutmadığı ortaya çıkar!
  • Yetiştiği, renklerine aşık olduğu klübü İnter'e gitme sevdasına beş parasız koyar gider!
  • Buranın generali iken, orada orta saha işçiliği yapmaya gider. Alışma süreci 5 yıl sürer!
  • Kendine iyi bakmadığından devamlı sakatlanır. İstikrarsızlıktan değil şanşsızlıktan dem vurur!
  • İngiltere'ye geçer. Sonrasında ırkçılıkla suçlanır. Gene şaşırtmaz!
  • Milli formayla İsviçre maçı rezilliğinde Fatih Hoca'sıyla beraber başrolü oynar. Soyunma odasında rakip futbolculara dalar. Uefa'dan kallavi ceza alır!
  • Milli takıma kaptan olur, ilk maçında basın tribününden gözüne kestirdiklerine el kol hareketi yapar, ana avrat söver!
  • Türkiye'ye dönersem sadece Galatasaray'da oynarım, der; Aziz'le iş pişirip Fenerbahçe'ye balıklama dalar. Akabinde Fenerbahçe'nin çocukluk takımı olduğu ortaya çıkıverir!
Ve de son olarak, saha içerisinde meslektaşını ölümle tehtit ediverir artiz Emre.

Aslında mesele bu/bunlar değil. Zira karakter yoksunu hareketlerine alıştık. Şaşırtmıyor artık bizi. Asıl mesele, yaptığı tüm bu rezilliklerden sonra birilerinin TV'ye çıkıp, "aslında iyi çocuktur!" demesi!

O halde soruyorum: Bu vefasız, şımarık, agresif, çirkef, kindar, artiz Emre Belözoğlu "iyi çocuk" oluyorsa; Rıza Çalımbay, Ergün Penbe, Aykut Kocaman ne oluyor? Bu adamları hangi sıfatlarla anmak gerekir? Mesih midir bu adamlar, yoksa kanatsız melek mi? Biri açıklasın şunu, yoksa ben de çok fena el kol hareketi yapacam!

7 Mart 2009 Cumartesi

Arkasına Saklanılan Kavramlar #1

Sonsuz sayıda kavramın arkasına saklanıldığının, içlerinin boşaltıldığının ve çıkar sahipleri tarafından kendilerine yontulduklarını söylemek çok mümkün. Son zamanların meşhur söylemi olan bilgi kirliliğinin asıl kaynağı olan kavram kargaşası yaratma hadisesi ve yaratılan yeni idealara körü körüne bağlanma durumu, hali hazıdaki yozlaşık düzenin gövdesini temsil etmekte. Bu "gövdesiz gövde"miz oldukça irdelenisi konulara sahip. Gündemin gidişatına göre bu başlık altına kısa kısa notlar yazmak istiyorum. Umarım üşenmem.

  • Hak: İslamcı kesim şiarı. Yeri gelir işçi sendikalarına yamarlar yeri gelir seçim sloganı yapıverirler. Onlara göre hak; kazanılan, uğruna mücadele edilen bir şey değildir de kadercilik anlayışı doğrultusunda doğuştan elde edildiğine inanılan, tanrının kullarına doğru orantısız pay ettiği ve yine kaderciliğin bir uzantısı olan tevekküle göre paya düşenden fazlasını aramanın isyankarlığa girdiği, teslimiyetçi bir idrak halidir. Hakdan anladıkları da helal-haram ikilisiyle sınırlı olup, "şükür etme" opsiyonları hep var olduğundan hak arayıp emeğin karşılığını bulmaktan ziyade hali hazırda olanla yetinip aza kanaat etmeye teşvik ederler. (Bok yiyesiciler!)

  • Küreselleşme: Liberallerin ve yeni nesil muhafazakarların mottosu oluveren kavram. Maksat; sınırlardan arındırılmış bir dünya, eşit bir düzen değil de çıkar çevrelerinden oluşan güçlü ortaklıklardan ibarettir. Avrupa Birliğinden dem vurup "küreselleşen dünyada yerimizi almalıyız" ile başlayan zoraki modernleşmenin başlatıcıları da olabilirler; kimlik bunalınımına girip "globalleşen dünyada türk evladının yeri" temalı vecizelerle yurdum insanına duydukları güveni de tazeleyebilirler. Nasıl olsa her yol Paris!

  • Laisizm: Şemsiye gibidir. Altına gireni kutsar, kemalist yapar. Kimi bünyelerde direkt "kamu alanı" oluşturduğu bile görülür. Yıllarca hilafet ile yönetilen halkın, laikliği tepeden inme almasına aldırış etmez; onları anlama yolunu seçip laikliği daha "anlaşır" yolla özümsetmezler ve sana her seferinde iki seçenek sunarlar: Ya laiksin ya şeriatçı! Tedrisata imam hatip'leri sokan, cemaatçiliği teşvik eden, halk üzerinde din istismarının başlatıcıları olan bu peklaik kesimin milenyum uzantılarının, meclis çatısı altında "fetva" vermesi, kuran kursu/çarçaf açılımları yapması, imamdan belediye başkan adayı seçmesi gibi new age abukluklara girmesi aslında ne denli tutarlı olduklarına bir işaret! (10. yıl marşı ile uzaklaşınız!)

  • Milliyetçilik: En işlevsel kavramlardan biri. Her koşula, her siyasi oluşuma ön ayak olabilir. Tesadüf eseri tabi olunan tebanın, "seçilmiş teba" olmasının idrakıyla şekillenir. Irk ayrımı yapanı da görülür, kendinden olmayan herkesi düşman adledeni de. İki ucu keskindir, ya seversin ya terk eylersin. Vatan/toprak/bayrak sevgisini göstermeyip bilim, sanat ya da kültür alanında çalışmalarla ortaya koyarsan vay haline! Bölücülükten moskofçuluğa sorosçuluğa kadar geniş bir yelpazede "sözde" ön eki alarak fişlenirsin. (Bu fikrin uzantısı olan milliyetçi sol adında bir fikir kabızlığı daha var, onu başka bir yazıda derinlemesine irdeleyelim.)